Aluform Pekintaş Genel Müdürü Özhan Olcay ile Aluform´un çalışmalarını, hedeflerini ve genel olarak sektöre yaklaşımlarını konuştuk.
Aluform´un inşaat sektörü içinde yürüttüğü çalışmalardan söz eder misiniz?
Özhan Olcay: Aluform, Pekintaş Grubu’nun firmalarından bir tanesi. 1996 senesinde yaklaşık 43 milyar euroluk cirosu olan Alman Viag Grup Türk ve Alman ortaklarla yüzde 50 hisseli olarak kuruldu. 1999 senesinde Alman ortaklarımız yeniden yapılanma çerçevesinde dünyada ilk üçte yer almadıkları bütün sektörlerden çıkma kararı verdiler ve 500 milyon euro ve altında ciro yapacağımız bütün sektörlerden de çıkacağız dediler. Biz de 1999 senesinde bir anlaşma çerçevesinde hisselerin tümünü satın alarak tamamen yüzde yüz Türk sermayeli olacak şekilde faaliyetlerimize devam etme kararı aldık. 1996 senesinde 4000 metre kapalı alana kuruluydu Aluform. Yaklaşık olarak 20.000 metrekarelik açık alana sahipti. Bugün gelinmiş olan nokta itibariyle arazi büyüklüğümüz 100.000 metrekare, kapalı alan büyüklüğümüz de 30.000 metrekareye geldi. Bu ülkemizin kendi sektöründeki en büyük yatırımı kapsamındadır. Makina parkı olarak ise sandviç panel makinası sektöründe dünyanın en prestijli makina imalatçısı olan Alman Heineke firması ile yeni bir anlaşma yaptık. 2010 senesinin ilk yarısında bu yatırımımızın üretimi başlayacak. Burada ülkemizde üretilmeyen bazı yeni ve devrimci panellerin de içinde olduğunu söylemeliyim. Bunların içinde güneş enerjisinden elektrik üretebilen akuple edilmiş paneller de olacak. Makine ve alt yapıyla ilgili yatırımlarımız hızla devam ediyor. Realize olduğu taktirde hem Türkiye´de hem Avrupa´da tek noktada, tek lokasyonda en büyük kapasiteye sahip olan panel üretim tesisi Avrupa´da ve Türkiye´de Aluform Pekintaş olacak. Hepimizi heyecanlandıran bu hedefi gerçekleştirmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aluform, Her türlü çatı ve ara bölmelerde kullanılan izolasyonlu sandviç panellerin üretimini yapıyor. Hem poliüretan izolasyonlu hem taş yünü izolasyonlu olarak her iki üretimi, iki ayrı hatta birbirine karıştırmadan imal ediyoruz. Yaklaşık yıllık olarak 3.5 ile 4 milyon metrekare arasında, şu andaki kurulu kapasitemiz. Yeni yatırımımız ile bu çok ciddi bir artış kaydedecektir.
Aluform olarak ne gibi farklılıklarınız var?
Aluform´un ülkemizde faaliyet gösteren ve rekabet ettiğimiz firmalardan üç önemli farkı var. Bunlardan bir tanesi sadece üretimini değil aynı zamanda çatı ve cephe sistemlerine ilişkin mühendislik çözümlerini de müşterilerimize sunuyor olması. İkinci büyük farklılık ise, çok ciddi bir entegrasyon içerisinde olmamız. Kendi dilme hatlarımız, boy kesme hatlarımız, gofrajlama hatlarımız fabrikalarımızda mevcut olduğu için ham maddenin fabrikamıza girişinden nihai ürünün çıkışına kadar dışarıdan herhangi bir imalat desteği almaksızın ürünlerimizi sunabiliyoruz. Aluform´un hedeflerinden bir tanesi yurt içi ve yurt dışı satışlarını eşitlemek. Şu anda otuza yetmiş vaziyetindeyiz. İhracatımız üretimimizin yüzde 30´una, yurt içi satışlarımız da yüzde 70´e tekabül ediyor. Yeni hattımızın devreye girmesi ve ürün çeşitliliğimizin artması ile birlikte yarı yarıya olan hedefimizi en geç üç sene içerisinde yakalamak önümüze koyduğumuz hedeflerden bir tanesi. Bütün Türkiye´de ve 17 değişik ülkede kurulmuş faaliyeti olan, sistemi çalışır vaziyette bir bayii ve distribütör ağımız var.
Ürün portföyünüz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Türkiye´de tek lokasyonda hem taş yünü hem poliüretan üretim yapan tek firma Aluform. Müşterinin ürünlerinin birbirine karışmadan tam istediği zamanda tam istediği kalitede kendisine ulaştırılma imkanı veriyor. Aynı zamanda bizim yangın bariyerli panel olarak tarif ettiğimiz tamamen Ar-Ge çalışması ve patentlemesi firmamıza ait olan bir ürünümüz var. Bu panelimizde taş yünü ve poliüretanı birlikte kullanıyoruz. Taşyününün yangına karşı duyarlı özellikte olması ve poliüretanın özelliği de ısı izolasyonu ve hafiflik açısından üstün vasıflar sergilemesi. Esas inovasyon olarak bahsedilmesi gereken, üzerinde çalıştığımız ve yeni hattımızla birlikte üreteceğimiz solar panellerimiz. Bu konu bizi çok heyecanlandırıyor. Çünkü fabrikaların çatılarını kapladığımız müteşebbislerimiz ileride bu paneller sayesinde kendi elektriklerini üretecekler; belki faturalarının bir kısmından kurtulacaklar. Dolayısıyla yatırımlarının geri dönüşü ciddi şekilde kısalacak. Yatırım verimliliği olarak son derece tatmin edici rakamlar gören müteşebbislerimiz de tereddüt etmeden bu kararları verecektir. Hem enerji konusunda iyi izole edilmiş fabrikalara sahip olacaklar hem de yine ülkemizde eksikliği bulunan elektrik enerjisi eksikliğine doğrudan bir katkı sağlamış olacaklar.
Kriz sürecinde pek çok firma hedeflerinde küçülmeye gitti. TÜİK´in son çeyrek verileri yüzde 20 civarında bir daralmayı gösteriyor. Sektörün bu süreci nasıl atlatacağını düşünüyorsunuz?
Kriz ve inşaat sektörü konusunu incelerken bence inşaat sektörünü iki bölümde incelemek lazım. Bir tanesi konut, bir tanesi de konut dışı olarak iki kategoriye ayırmamız gerekiyor. Bu iki tane bölümün kendi iç dinamikleri, gördüğü talep, vermiş olduğu arz dengesi tamamen farklı. Konut sektöründe gözlemlediğim kadarıyla birkaç senelik stokun birikmiş olmasının krizi de bahane ederek bir arz talep dengesizliği yarattığını ve bir anda çok fazla firmanın çok fazla sayıda konut üretiyor olmasının bir kısmının satış zorluğu yaşıyor olmasında etken olduğunu düşünüyorum. İkinci olarak konut dışı dediğimiz bölüm var. Bu bizim uzmanlaştığımız ve bizi daha çok ilgilendiren bölüm. Sanayi yapıları, endüstriyel tesisler, lojistik kuruluşların ve de her türlü yönetime yönelik inşaat faaliyetlerinin olduğu bölüm. Reel sektör olarak tabir edeceğimiz bu bölümde de krizin ciddi etkilerini gördük. İran, Azerbaycan, özellikle hareketli olan Irak, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika ülkeleri bir nakliye yakınlığı avantajı sağlaması nedeniyle diğer bazı ülkelere kıyasla bu krizi eğer hızlı hareket edebilir, müşteriyi yerine giderek hızla kovalama imkanı sağlanabilirse krizi daha hafif atlatacaktır. İleriye yönelik de bu saydığım yöreler az gelişmiş ve yatırım yapmaya mecbur olan ülkelerdir. Kuzey Afrika´da yatırım ve işlerin bir anda durması diye bir durum yok. Yatırımlara doymuş ve gelişmesini tamamlamış olan Amerika, Avrupa, kısmen bazı Asya ülkelerinden ziyade, geri kalmış üçüncü dünya ülkesi olarak nitelenen veya alt yapı yatırımlarını sürdüren ülkelerde faaliyetlerin daha aktif olması da son derece normal. Bu bizim firmamızın avantajı olacak. Ürettiğimiz her iki üründen birini yurt dışına satmak istiyoruz. Stratejimizin altında yatan ana plan da zaten bu. Ben 2010 yılının da bir kriz yılı olarak geçeceğini düşünüyorum. 1 Ocak 2010 itibariyle yeni bir yıla gireceğiz. Kriz bitti ve her şey güllük gülistanlık olacak diye bir beklenti içine girmenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Ama 2011 senesinden itibaren ciddi bir toparlanmanın ve de iki haneli olmasa bile buna yakın bir büyümenin olacağını bekliyoruz. Yatırımlarımızı ve stratejilerimizi de bu doğrultuda belirliyoruz.
Malzeme sanayicilerimizin yurt dışı çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnşaat sektörünü yurt dışında bir bütün olarak görmek mecburiyetindeyiz. Bu bütünü temsil eden marka da Türkiye markası. Çünkü biz Türkiye imajını el birliği ile doğru olarak oturtabildiğimiz taktirde bu, el birliği ile geleceğimize yatırım yapmak olacak. Bundan evvelki yıllarda maalesef yaratılmış olan bir negatif imaj problemini de tedavi ederek kendimize yer ediniyoruz. Hem Türk müteahhitlerinin hem de Türk malı ürün üreten firmaların, her türlü Türk sanayicisinin eskiye nazaran daha fazla kabul gördüğünü, bunu da gerçekten daha kaliteli üretim yapmaya, marka değerine ve müşteri memnuniyetine daha fazla değer vermemiz gerektiğini anlamamıza bağlıyorum.
ENR raporunda Türk müteahhitleri dünya ikincisi. Müteahhitlikte varılan bu başarı düzeyine malzeme üreticilerimiz sizce ne zaman ulaşacaklar?
Uluslararası müteahhit olmak kolay değil ama lokal malzeme üreticisi olmak kolay. Dolayısıyla bizim inşaat malzemesi üreten firmalarımızın deplasmana çıkıp Türkiye dışında fabrikalar kurmaya başlamalarıyla bir müteahhidin yurt dışına çıkıp iş alması aynı kolaylık ya da zorlukta işler değil. Bir şantiyeyi kurup o şantiye süresinde orada yer alıp işinizi teslim ettikten sonra toparlanıp geri dönmek farklı. Bir ülkeye gidip neredeyse o ülkenin vatandaşı olacak kadar yerleşip, ekip kurup, yatırım yapıp kalıcı bir şekilde elinizi taşın altına koymak çok farklı. O bakımdan bunun aynı oranda ve aynı hızda ilerlemesinin işin doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Fakat bunlar geliyor. Yurt dışında yatırım yapan firmalarımız, imalatların, üretimlerini başarıyla yurt dışına taşıyan firmalarımız mevcut. Örnekleri her geçen gün artıyor. Bizim de mesela bu konuda bir planlamamız var.
Malzeme sektörünü kalite ve standart açısından bundan sonraki dönemde neler bekliyor? Sizce yaşanan sıkıntılar neler? Burada devlete ve sektördeki oyunculara ne gibi görevler düşüyor?
Burada Bayındırlık ve İskan Bakanlığı çalışıyor, İMSAD çalışıyor. Yurt dışından bazı firmaların olmazsa olmaz talepleri var. Mesela CE sertifikası giderek artık bir lüks olmaktan çıktı. Gayet tabii ki bir CE sertifikası da aranıyor. Eskiden herkes ISO9001 belgesiyle ilgili uzun uzun yorumlar yapardı. Şimdi bu belgesi olmayan firma kalmadı. Bu açıdan sertifikasyona ve standardizasyona engel olunamaz bir şekilde hızla ilerlemek zorunda sektör. Esas kanun koyucu olan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı´na burada bir koordinasyon görevi düşüyor. Biz AB´ye girmeyi hedefleyen bir ülkeysek yapmamız gereken buradaki inşaat normlarını almak ve bunu ülkemizdeki kriterlerle uygunluğuyla ilgili revizyonları yapmak.