Selçuk Avcı: Projeye özel, çağdaş ve bütünsel bir yaklaşım benimsiyoruz
İnşaat Dünyası’na konuşan Avcı Architects Kurucusu Selçuk Avcı, “Bütüncül tasarım fikri, pratiğimizin temel taşlarından biri. mimaride her yeni tasarım problemini, inovasyon için fırsat olarak görüyor, hatta inovasyon olmadan gerçek mimarinin olamayacağını düşünüyoruz” dedi.
Tasarım dünyasındaki yolculuğu 32 yıl önce Londra’da başlayan ve giderek büyüyen Avcı Architects’i bugünlere taşıyan değerleri ve detayları öğrenebilir miyiz? Mimari üretim yaklaşımınızın odağında neler var?
Bir mimarlık ofisi olarak 1989’da İngiltere’de kurulduk. İlk günden bu yana tasarım ve kavram kalitesindeki ısrarcılığımızdan hiçbir zaman ödün vermedik. Bizim için tasarım bir katmanlandırma sürecidir. Bir çözümün ortaya çıkışı, projeyi saran konuların anlaşılması ve bunlarla yakınlık kurulmasına dayanır. Basmakalıp çözümlerden kaçınarak meselenin DNA’sına inmeye çalışıyoruz. Bizi heyecanlandıran şey de bu…
Ele aldığımız her projeyi benzersiz bir fırsat olarak görüyor, her projede sürdürülebilirlik ilkelerini en ön plana almaya çalışıyor ve çalışmanın olmazsa olmazlarını ilk başta tartışmaya açıyoruz. Bu bazen sosyal kültürel denge ile ilgili bir yaklaşım olabilir, bazen doğa ile olan bir ilişki, bazense enerji tüketimini ve tabii ki karbon salınımını etkileyen bir fikir olabilir. Bir yandan güzel bir bina yapmaya girişirken bir yandan da bu binanın doğayla olası ilişkisini ve doğaüstünde yarattığı etkiyi dengelemek amacıyla ne yapabilirsek yapıyoruz. Bunun en önemli etkenlerinden birisi binada kullanılan malzemelerin olabildiğince yerel kaynaklı olması ve enerji ihtiyaçlarının minimize edilmesi. Tasarım yaklaşımımız, projeye özel, çağdaş ve bütünseldir. Öncelikle, tasarladığımız bölge, insanlar, ülkenin kültürü ve tabii ki de müşterimizin isteklerini anlamak arzusuyla yola çıkarız.
Mimaride her yeni tasarım problemini inovasyon için bir fırsat olarak görüyoruz. Çünkü her yeni proje; iklim, kültür, insanlar, ekonomi, toplum, eko-sistem ve tarih gibi benzersiz bileşenlerin bir kombinasyonudur. Bunların her biri de olasılıklar ve potansiyellere katkıda bulunur. İnovasyon olmadan gerçek mimarinin olamayacağını bile söyleyebiliriz.
Ödüllü projeleriyle de öne çıkan Avcı Architects, aynı zamanda birçok uluslararası firma ile işbirliği yapıyor ve farklı projelere imza atıyor. Bu işbirlikleri hem sizi hem de paydaşlarınızı nasıl besliyor?
Avcı Architects işbirlikleri üzerinden ilerliyor. Yalnızca farklı coğrafi konumlarda değil, kültürel açıdan farklı kişiler ve profesyonellerle çalışmaktan keyif alıyor. İşbirliklerimizden en iyi şekilde yararlanmanın yaratıcı yollarını buluyoruz. Elbette bu tür deneyimler sırasında, doğal olarak birlikte çalıştığımız gruplardan mimarlığı nasıl uyguladıklarına dair farklı şeyler öğrenerek bilgimizi de arttırmış oluyoruz.
Bütüncül tasarım fikrini ön planda tutuyorsunuz. Bu yaklaşımın önemini ve tasarıma kattıklarını paylaşır mısınız?
Evet, bütüncül tasarım fikri pratiğimizin temel taşlarından birini oluşturuyor. Aslında bizi Türkiye’deki diğer mimarlık firmalarından ayıran noktalardan biri de bu. Günümüzde birçok mimar ve mühendis farklı ve nitelikli özellikler için çalışıyor. Fakat çalışma biçimleri ya da alışkanlıkları dikkate alındığında, belki de %5-%10 gibi bir aralıktaki mimar – mühendis, bizi ilgilendiren yaklaşımla çalışıyor. Bu yaklaşımın tarifi de sanırım “holistik” ya da bütünleşik tasarım… Türkiye için de çok önemli olduğunu düşündüğümüz bütünleşik tasarım; teknik, sanatsal ve yapısal her bilgiyi bir araya getiren, çok yönlü bir düşünce tarzını ifade ediyor. Michelangelo, Mimar Sinan, Leonardo da Vinci gibi ustalar aslında bütünleşik tasarım yapıyorlardı. Çünkü bir yandan mimarisini, bir yandan da mühendisliğini üstelenen tek bir isim vardı. Bu tür isimlerin çağımızda benzerleri yok, çünkü yapı artık geçmişle kıyaslanamayacak kadar komplike bir konu. Bir binanın mekaniği, elektriği, teknolojisi, aydınlatma tasarımı gibi bir sürü farklı boyutu var. Tüm bu alanlardaki bilgiye tek bir kişinin aynı seviyede hâkim olması ve yaratıcı olabilmesi imkânsız. En yetkin uzmanların bir araya gelerek ekip olmaları ve birlikte kafa yormaları gerekiyor. Bunu yaparken mimarlar olarak, tasarım ekibinin diktatörleri gibi değil, tüm ekibin yaratıcı uzmanlığını bir araya getiren bir orkestra şefi gibi davranmalıyız. Bütünleşik tasarım dediğimiz budur.
En fazla hangi coğrafyalarda, hangi tür projeleri üretmek sizi mutlu kılıyor?
Bir mimar olarak, dünyanın her yerinde çalışmaktan keyif alıyorum, bir istisnadan bahsedemem. Proje türü seçmek yerine, benzer şekilde bütüncül bir yaklaşıma sahip olan ve düşüncemizin kalitesini takdir edip bu düşünceye gereken değeri vermek isteyen işverenlerle çalışmayı tercih ediyorum.
Yapının yükseleceği bölgenin; doğası, iklim koşulları ve yerel motifleri tasarımın DNA’sında nasıl bir role sahip?
İklim özellikleri projelerimizde en belirleyici, ilham verici kaynaklarımızdan birisidir ve binaya yaklaşımımızı belirler. Tasarım yaklaşımımız; kültüre, sosyal duruma ve en önemlisi mekânın iklimi ve coğrafyası ile ilişkisi üzerine kurulmuştur. Tasarladığımız bölge, insanlar, ülkenin kültürü ve tabii ki de müşterimizin isteklerini anlamak arzusuyla yola çıkarız. Müşterilerimizin DNA’sını olabildiğince kodlamaya çalışırız. Böylece hem onların isteklerine hem de lokasyona olabildiğince birebir ve bireysel olarak yaklaşırız.
Proje yoğunluğunuzu da öğrenmek isteriz. Pandemi sürecinde çalışmalarınızı ağırlıklı olarak yurtiçinde mi yurtdışında mı sürdürüyorsunuz?
Neyse ki, salgın sırasında evden çalışarak ve gerektiğinde ofiste buluşarak ofis hayatımızın işleyişini devam ettirecek kadar şanslıydık. Şaşırtıcı bir şekilde, salgın yeni projeleri ve araştırmaları yavaşlatmadı ve biz sadece yeni işler almakla kalmayıp aynı zamanda daha önce durmuş olan bazı projelere de devam edebilme şansı bulduk. İş yükümüz dünya genelinde farklılık gösteriyor ve hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda çalışmaya devam ediyoruz.
Tasarım dünyasında yaşanan gelişmelere global ölçekte hâkim bir isim olarak, ülkemizin mimaride bulunduğu noktayı nasıl değerlendirirsiniz? Buradan hareketle mimarlık eğitimi alanında ülkemizi nerede görüyorsunuz?
Türkiye’deki mimarinin durumuna dair karışık hislerim var. Bir yandan çok fazla mimarımızın olduğunu hissediyorum. Diğer yandan da Türkiye’deki bazı genç mimarların çalışmalarının kalitesinden de pozitif şekilde etkileniyorum. Mimarlık eğitimimizin kalitesi ile profesyonelliğimizin kalitesini karşılaştırırsak, diğer ülkelerin, özellikle Avrupa ve Amerika’nın gerisinde olduğumuzu söyleyebilirim. Sadece dört yıllık bir eğitimden sonra bir kişinin mimar olmasına izin vermek ve o kişiye okuldan çıkar çıkmaz bir gökdelen yaptırmak için yetki vermek tam bir çılgınlık. Eğitim sistemimiz uluslararası normlara uymalı, mesleki uygulama bileşenine sahip olmalı ve eğitim kalitesinin sadece birkaç üniversitede değil tüm üniversitelerde yüksek olması sağlanmalıdır. En önemlisi de çok fazla mimar üretiyor, bunu sürdürülemez bir hız ve kalitede yapıyoruz. Bu, Türkiye’de mimarlığın kalitesini düşüren en önemli faktörlerden biri. Türkiye’nin her köşesinde hocalık yapacak yeterli kalitede insan yok.
Pandemi, ev ve iş alanlarımızda da hızlı bir dönüşüme neden oldu. Sürecin mimariye yansımalarını sizden dinlemek isteriz… Bağlantılı olarak geleceğin mimarlık dünyasına bir projeksiyon tutar mısınız?
Bu konuyu belirttiğiniz ofis örneği üzerinden ele alırsak, pandeminin de desteklediği fakat pandemi öncesinde ortaya çıkan bir olgu olarak yeni nesil ofis mekânlarının tasarımı, artık fonksiyonel beklentiler ya da estetik arayışlardan daha çok sundukları bağımsızlıkla ilgili. Bu konuda yapılan araştırmalar da personelin çalıştıkları işe bağlılıklarını etkileyen en önemli faktörün bu özerklik/bağımsızlık duygusu olduğunu gösteriyor. Çalışanlarınıza ne kadar çok inisiyatif kullanma ve bağımsız karar verebilme özgürlüğü sunarsanız size bağlılıkları da de o kadar yüksek oluyor. Bu nedenle, ofislerde görülen bu tür eğilimler çalışanların daha fazla renk veya görsel arayışıyla değil, çalışma ortamlarında kendilerine sunulan bağımsızlık duygusuyla alakalı… Pandemi sürecinin de bu olguyu desteklediğini düşünüyorum. Ofis sahibi olan birçokları gibi bizler de özgür ofis ortamlarının yükselişini kabul ettik, iç yapılanmamızı daha da esnekleştirdik ve çalışma mekânlarımızı “evden daha çok ev” haline getirdik. Bu eğilimin gelecekte daha da yaygınlaşacağını görebiliyorum. Özerk ortamların varlığı çoğaldıkça, çalışanlar için daha iyi, daha özgün, daha bireysel ve daha zengin mekânlar sağlamak kurumlar arasında bir rekabet nedenine dönüşecek. Aksi takdirde şirketler, çalışanlarını rekabet edebilecek kadar uzun süre yanlarında tutamayacaklar.
Sürdürülebilir ve ekolojik yapıların önemi giderek artıyor. Sürdürülebilir yapıları özellikle geleceğimiz için zaruri kılan gerçekler neler? Bu bağlamda, mimarlara düşen en önemli görev sizce nedir?
Sürdürülebilir mimari, insan ve doğa eksenli bir yapılaşma yaklaşımını ifade eder. Kendi içerisinde de ekolojik, etik ve ekonomik diye adlandırdığımız üç ayrı ekseni vardır. Ekolojik mimari anlamında, tam olarak sürdürülebilirliğin ilkelerini bütünleştirmek istiyorsanız, diğer iki segmenti de vurgulamanız gerekir. Dolayısıyla sürdürülebilir bir ürünün ortaya çıkması ilk andan itibaren bu üç faktörün sürece dâhil edilmesine bağlı. Ekolojik eksenin ne olduğu ve bunu yönlendiren etkenlerin neler olduğu artık yaygın olarak biliniyor. Sürdürülebilirliğin ekonomik boyutunu hayal etmek de zor değil. Bir yapıya biçilen ekonomik değer günün şartları ile sınırlı kalmadan gelecek senaryolarını da hesaba katar ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını da düşünerek yapılırsa sürdürülebilir olur. Sürdürülebilirliğin etik boyutu ise bir yapının kent yaşamına, sahiplerine ve kullanıcılarına sağlayacağı sosyolojik ve psikolojik etkenlerdir. Ayrıca ekolojik mimaride sadece mimarinin birtakım tasarruf sağlayan cihazlarla desteklenmesinden bahsetmemeliyiz. Mimari çabalar da doğanın bir parçası olduğu için, günümüzün ve geleceğin mimarlarına düşen en önemli görev, sürdürebilirliğe odaklanmaktır.
Avcı Architects’in yakın, orta ve uzun dönemde öncelikleri neler olacak?
Türkiyeli mimarlar olarak kendimizi giderek küreselleşen bir çalışma alanına açmamız gerektiğine inanıyorum. Türkiyeli yatırımcıların yurtdışındaki faaliyetleri nedeniyle uluslararası alanda çalışan az sayıdaki isim dışında, Türkiyeli mimarların uluslararası tanınırlığı yok denecek kadar az. Burada atılacak en önemli adımın, bu küresel etkiyi artırmak ve uluslararası düzeyde hareket etmek için kendimizi geliştirmek olduğuna inanıyorum. Bunu yapmak için eğitime çok daha uluslararası bir yaklaşımla kendimizi açmalı ve okullardaki mesleki eğitimi artırmalıyız ki mezun olan mimarlar dünyadan daha haberdar ve küresel olarak hareket etmeye çok daha hazır olsun. Avcı Architects olarak hedeflerimizden biri, mimarlık pratiğimizde küreselleşme hedefi doğrultusunda çalışmak ve bunu Türkiye’de yaygınlaştırmak. Kurucusu ve destekçilerinden birisi olduğumuz mimari odaklı kültür, sanat, araştırma ve üretim platformu olan The Circle aracılığıyla da bu yöndeki çalışmaları sürdürüyoruz.